Ergenlik, insanlarda fiziksel ve psikolojik değişikliklerin olduğu önemli bir dönemdir. Ergenler bilişsel olarak farklı bir yapıdadırlar, çünkü artık soyut kavramları daha çok düşünmeye, daha karmaşık problemler çözmeye, diğer kişilerin bakış açılarını anlamaya başlar ve önceki durumlarına göre ahlaki ve etik bakımdan daha yüksek bir sağduyuya sahip olurlar. Ergenler, bu dönemde bağımsız olma ve kimliklerini bulma yolunda çok zorlu bir süreçten geçmeye başlarlar. Bu yüzden yıllardır süre gelen aile ergen çatışması oluşmaktadır. Ailelerin sıklıkla söylediği ‘’Bizim zamanız da ergenlik mi vardı?’’ şeklinde ki yaklaşımlar, dönemin soysa-kültürel farklılıklarını göz ardı edip bireyselleşme çabasında olan genci yok saymaktan öteye gitmez. Zaten aileden duygusal olarak kopup dış ortama açılan bireyi, çağın etkin dış dünyasında tamamen korunaksız bırakır. Oysaki çocuğun her gelişim döneminde olduğu gibi bu dönemde de ebeveynin sakin bir bilge otoritesiyle rehberlik etmekten başka bir amacı olmamalıdır.
Bu dönemde kişilik yapısı ile birlikte cinsel organlarda fiziksel ve fonksiyonel değişiklikler ön plana çıkar.
Cinsel ilgiler 7-8 yaş ve buluğ arasında diner ve cinsel olgunlaşmayla fizik işaretlerin belirmesi ve genital bezlerin üretime başlamalarıyla yeniden canlanırlar. Çoğunlukla anne-babalarında sağlıklı bilgi alamayan gencin bu zorlu dönemde zorlanması kaçınılmazdır. Çocukluk dönemde soruları cevaplanmadığından, ihtiyaç anında ebeveynlerden yardım almadığından zorda kaldığı anda da anne ve babasına başvurmayacaktır. Genç kendini tanımaya ve dış ortama adapte olmaya çalıştığı bu karmaşık süreçte rehbersiz kalmıştır.
Dış ortamın, gerek sanal/medya ortamı, akran iletişimi olarak fazlasıyla aktif ve güvensiz olduğu bir dönemde, ergenin bilinçlenme sürecini tamamen bu ortama bırakmak son derece risk oluşturmaktadır. Her çeşit doğru/yanlış bilginin ortalıkta dolaştığı günümüzde, kendini, bireysel, sosyal, cinsel kimliğini var edecek olan çocuğun, ailesinin uygun rehberliğine daha çok ihtiyacı vardır. Aileleri tarafından yeterince bilgilendirilmeyen, desteklenip denetlenmeyen ergenler, ‘cinselliğini yaşama özgürlüğü’, ‘aşık olma’, ‘sevgili olma’ adları altında, deneyerek yanılarak, kendilik değerlerinden kaybederek cinselliklerini keşfetmeye çabalamakta ya da cinselliği değersizleştirerek, ayıp, günah varsayarak sağlıklı paylaşıma yönelememekte, mutluluğu üretememekte, yaşam enerjisinden kaybetmektedirler.
Çocuk, içsel dürtülerinin denetimini sağlayamazsa, enerjisini öğrenme ve beceri geliştirmeye yöneltemez. Ya da aşırı bir denetim mekanizması geliştirerek kişiliğinin gelişim yolunu kapatır ve obsesif karakter yapısının yerleşmesine neden olur. Gencin yaşadığı yoğun dış çatışmanın, içsel boyutta da oluşması yıkıcı etkiyi tamiri daha zor bir hale getirecektir. Bu dönemin sağlıklı bir biçimde yaşanması ise, çocuğun, yenilgiye uğradığında, aşağılık duygusuna kapılmaktan korkmadan ve özerk bir varlık olarak girişimlerde bulunmayı öğrenmesini sağlar. Böylece olgun yetişkin yaşamın özü olan sevgiden ve çalışmadan doyum sağlamanın temeli, hazırlanır.
Ergenlik dönemine adım atan çocukta hormonları aktifleşmeye başlar. Hızla değişen beden yapısına uyum sağlamak kolay olmaz. Hızla uzayan kollar, bacaklar, büyüyen eller, ayaklar sarsaklaşır, kazalara yatkınlaşır. Her iki cinste de bedenin tüylenmesiyle uğraşmak, tıraş olmak gerekir. Erkeklerde cinsel organların büyümesi, cinsel içerikli düşler görmek ve düşlemler kurmak, kalınlaşmış sesle konuşmak ya da suskun kalmak, yaşadıklarını paylaşamamak sorun teşkil eder. Kızlarda büyümüş memeleri saklamak ya da ortaya çıkarmak arasında gelgitler yaşanır. Adet görmek, özellikle yeterli bilgi ve hazırlanma olanağı olmadığında, 9 – 10 yaşında başlamışsa korkutucu olabilir. Bedende yaşanan bütün bu doğal değişimin olacağını çocuklarla rahat bir tavırla önceden konuşmak, onların sürece rahat hazırlanmasını sağlayacaktır.
Erikson’a göre (1968) ergenlerin esas sorunu kendi kimlikleriyle anlaşmaya varmaktır. Kendilerinin kim oldukları sorusuna tatmin edici bir şekilde cevap verinceye kadar başkalarıyla yakın ilişkiler kurma durumunda değildirler. Başkalarıyla samimi ve devam eden dostluklar kurabilmeleri için öncelikle kendi kendileriyle rahat ve huzurlu olmalıdırlar.
Mastürbasyon
Aslında çocuğun preödial gelişimi sırasında, fallik dönemde sık rastlanan doğal bir davranıştır. Bu yüzden böyle bir davranış görüp paniğe kapılıp, çocuğu korkutmak veya cezalandırmak aslından bu konuya daha fazla takılmasına sebep olacaktır. Eğer mastürbasyon olağanüstü sıkılıkla oluyorsa onu korkutmadan, konuya değinmeden başka bir şeyle oyalamak genellikle yeterli olacaktır. Mastürbasyon eğilimi küçük çocuklarda duygusal doyumsuzluk söz konusu olabilir. Bu amaçla uzman denetiminde ailenin yönlendirilmesinde fayda olacaktır.
Ergenlik döneminde gençlerde mastürbasyonun yeniden başladığı görülebilir. Bu durum cinselliği yaşamak isteyen gencin doğal bir deneyim arzusundan kaynaklanabilir. Bu fazla abartılıp büyütülmeden geçirilmesi gereken bir dönemdir. Yine aşırı artması halinde, bir doyumsuzluk bir ruhsal sorun söz konusu olabilir. Bu durumda genci cezalandırmadan, suçlamadan dikkatle üzerinde durmak ve gerekli durumda bir uzmandan destek almak sürece olumlu katkıda bulunacaktır.
Aşık olan çocuğunuza olumlu yaklaşın!
Aslında aşık olma kavramı çocuğun sosyal etki ile birlikte ilk çocukluk döneminden getirdiği bir beğenme algısını oluşturmaktadır. Hatırlandığı gibi çocuğun anaokulu dönemde de ‘’ben onunla evleneceğim’’ şeklinde ki yaklaşımı tamamen bir soysal gelişimin belirtisi olarak kabul edilebilir. Ancak aşırılık ve yaşına uygun olmayan yetişkin ifadelerin bulunması, uzman bir kişinin yönlendirmesine ihtiyaç duyduğumuzu gösterebilir. Normal seyrinde ilerleyen bu süreçte ailenin tepkisi ne kadar önemliyse ergenlik sürecinde daha fazla önem arz etmektedir.
Anne babanın aşık olduğunu söyleyen çocuğuna sert bir tepki vermesi ne kadar yanlışsa, teşvik eder gibi sık sık ‘Sen kime aşıksın?’ sorusunu sorması da bir o kadar yanlış. Her iki durumda da cinsel-duygusal özele aşırı müdahale edilmiş olur, böylece suçluluk ya da değersizlik duygusunun gelişmesine zemin hazırlanır. Çocuğun duygusal olgunluğunu gösteren aşık olma deneyimine, destekleyici olumlu bir tavırla yaklaşabiliriz. Çocuklarımızın oyun alanları içinde birbirlerini sevmeleri, paylaşmaları, birbirleri için fedakârlık yapmayı öğrenmeleri bütün bir yaşam boyu gerekecek ‘erdem donanımı’ sürecinin başlangıcıdır. Aslında çocuğunuzun ilk aşkı, insan ilişkilerinin duygusal-sosyal alanına bir adım atarak ‘ben de varım’ deyişidir.
Bu dönemin amacı ergenin anne-babasına olan bağımlılığından koparak aile dışındaki karşı cinsten kişilerle olgun ilişkiler kurabilmeyi öğrenmesine yöneliktir. İlk ilişkilerin atıldığı bu süreçte oluşacak suçluluk algısı gibi kontrolsüzlük algısı da gencin, yetişkinlik sürecinde yanlış sosyal ilişkiler kurmasına sebep olacaktır. Yanlış sosyal ilişki içerisinde olan bir bireyinde mutlu olma ihtimalinin son derece zayıf olduğu unutulmamalıdır. Tüm ebeveynlerin ortak amacı olan ‘’mutlu bir birey’’ yetiştirme algısı için bu sürecin her anlamada sağlıklı geçmesi son derce önemlidir.
Çocuklarımızın ruhsal – cinsel gelişim evreleri ve biricik varoluş özellikleriyle ihtiyaç duydukları gerçeklerin peşinde olmalıyız. Sevgiyle yaşanan, sosyal yaşamda yer bulabilen, mutluluğu çoğaltan cinsel gelişim için, çocuklarımızı bilimin yol gösterici ışığı altında bilinçlendirmemiz gerekir. Tabi ki bilinçlenmeye ilk önce kendimizden başlayarak.
Psikolog Sadi Özgen Soysal